Türkiye tarihi kaç döneme ayrılır ?

Efe

New member
Türkiye Tarihi Kaç Döneme Ayrılır? Bir Milletin Hafızasını Toplumsal Eşitlik Üzerinden Okumak

Sevgili forumdaşlar,

Bugün biraz alışılmışın dışında bir pencereden bakalım istiyorum: “Türkiye tarihi kaç döneme ayrılır?” sorusuna sadece bir tarih bilgisi olarak değil, bir toplumsal bilinç meselesi olarak yaklaşalım. Çünkü tarih, sadece olaylar silsilesi değildir; kimlerin hatırlandığı, kimlerin unutulduğuyla da ilgilidir.

Bir ülkenin tarihi, aynı zamanda kadınların, erkeklerin, farklı kimliklerin ve inançların seslerinin ne kadar duyulduğunun da aynasıdır. Türkiye tarihi de işte bu açıdan, yalnızca savaşların, padişahların ve devrimlerin tarihi değildir; aynı zamanda eşitlik, adalet ve insan onuru için verilen uzun bir mücadelenin hikâyesidir.

---

Türkiye Tarihi: Genel Dönemler

Klasik tarih anlatımına göre Türkiye tarihi genel olarak dört ana döneme ayrılır:

1. İlk Türk Devletleri Dönemi (Orta Asya – Anadolu Öncesi)

2. Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi

3. Osmanlı Devleti Dönemi

4. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi

Bu sıralama, kronolojik bir gelişimi yansıtır; fakat aslında bu dönemlerin her biri, farklı sosyal kimliklerin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve adalet anlayışlarının da değişimini içinde taşır.

---

İlk Türk Devletlerinden Eşitliğin İzleri

İlk Türk topluluklarında, özellikle Göktürkler ve Uygurlarda, kadınların toplumsal konumu bugünün bazı çağdaş toplumlarından bile ilerideydi. Hatunlar, yani hükümdar eşleri, devlet yönetiminde aktif rol alabiliyor, elçiler kabul edebiliyorlardı.

Bu dönemdeki eşitlik anlayışı, doğayla uyumlu ve toplumsal rollerin paylaşımına dayalı bir kültürel yapıdan kaynaklanıyordu.

Kadınlar üretimin, ailenin ve hatta siyasetin bir parçasıydı.

Bu bize, toplumsal cinsiyet eşitliğinin “modern bir icat” değil, insanlık tarihinin özünde var olan bir denge olduğunu hatırlatıyor.

Peki sonra ne oldu?

---

Selçuklu ve Beylikler Dönemi: Dinin Gölgesinde Kadın ve Toplum

Anadolu Selçuklu Dönemi, Türk tarihine İslam’ın güçlü bir şekilde yerleştiği dönemdir. Bu, kültürel olarak bir dönüşüm getirmiştir: Kadının kamusal alandaki görünürlüğü azalmış, dini ve ahlaki normlar cinsiyet rollerini yeniden tanımlamıştır.

Yine de bu dönem tamamen kapalı değildir. Kadın vakıfları, eğitim kurumları ve hayır işleriyle toplumsal yaşamın içinde kalmıştır.

Yani kadınlar, doğrudan siyaset sahnesinde olmasalar da, empati ve dayanışma ekseninde bir toplumsal dönüşüm yürütmüşlerdir.

Erkekler ise devletin, düzenin ve sistemin taşıyıcısı rolünü üstlenmiştir.

Bir anlamda, toplumda dişil ve eril enerjilerin dengesi farklı biçimlerde sürmüştür. Kadınlar duygusal derinlikleriyle, erkekler yapısal zekâlarıyla tarih sahnesinde birlikte yürümüşlerdir.

---

Osmanlı Dönemi: İhtişam, Hiyerarşi ve Görünmeyen Sesler

Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu ve çok inançlı yapısıyla çeşitliliğin doğal bir temsilcisidir. Ancak bu çeşitlilik, her zaman eşitlik anlamına gelmemiştir.

Kadınların konumu, sınıf ve statüye göre belirlenmiştir. Saray kadınları (örneğin Hürrem Sultan, Kösem Sultan) güç sahibi olurken, halk kadını daha çok ev içiyle sınırlandırılmıştır.

Osmanlı toplumsal yapısında “adalet” kavramı genellikle otoriteye, yani “devletin düzeni”ne hizmet ederdi.

Bugün sosyal adalet dediğimiz kavramın temelleri o dönemde henüz birey haklarına dayanmıyordu.

Yine de Osmanlı’nın son döneminde kadın derneklerinin kurulması, eğitimde kız çocuklarına yer verilmesi gibi gelişmeler, toplumsal farkındalığın yükseldiğini gösterir.

Bu dönem aynı zamanda etnik ve dini çeşitliliğin de en belirgin olduğu çağdır.

Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Kürtler aynı topraklarda yaşadı — kimi zaman barış içinde, kimi zaman baskı altında.

Bu karmaşık yapı, bugünün “birlik içinde çeşitlilik” anlayışına ilham olabilecek bir derstir.

---

Cumhuriyet Dönemi: Eşitliğin Hukuki Temelleri

1923’te Cumhuriyet’in ilanı, yalnızca siyasi bir dönüşüm değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerinde devrim niteliğinde bir kırılmadır.

Kadınlar seçme ve seçilme hakkı kazandı, eğitimde eşitlik hedefi belirlendi, laiklik ilkesiyle birlikte kadın kimliği kamusal alana taşındı.

Bu dönemde kadınlar, empatinin, fedakârlığın ve duyarlılığın toplumsal dönüşümdeki önemini gösterirken; erkekler, çözüm odaklı ve kurumsal bir sistem inşa etmeye yöneldiler.

Ancak bu süreçte sınıfsal ve kültürel eşitsizlikler yine de tümüyle ortadan kalkmadı.

Kırsaldaki kadın hâlâ görünmeyen emekçi, şehirdeki kadın ise modernliğin sembolü olarak konumlandırıldı.

Cumhuriyet dönemi, bu anlamda hem bir ilerleme hem de bir yüzleşme çağını temsil eder.

---

Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Adalet Perspektifinden Türkiye Tarihi

Türkiye tarihine sadece kronolojik olarak değil, adalet ve eşitlik mücadeleleri açısından baktığımızda bambaşka bir tablo ortaya çıkar:

- Orta Asya’da kadının eşitliği, doğayla uyumun ürünüydü.

- Selçuklu’da inanç, toplumsal rolleri yeniden şekillendirdi.

- Osmanlı’da hiyerarşi, eşitliğin önüne geçti.

- Cumhuriyet’te hukuk, eşitliği hedef aldı ama pratikte tam gerçekleştiremedi.

Bugün geldiğimiz noktada ise tarih bize şunu fısıldıyor:

“Gerçek ilerleme, kadın ve erkeğin, farklı kimliklerin ve inançların eşit söz hakkına sahip olduğu bir toplumda mümkündür.”

---

Forumdaşlara Soru: Tarihi Kim Yazıyor?

Şimdi sizlere sormak istiyorum sevgili forumdaşlar:

Türkiye tarihini kimler yazdı ve kimler hiç yazamadı?

Bir köylü kadının emeği, bir işçinin sesi, bir azınlık çocuğunun hikâyesi bu tarihin neresinde kaldı?

Ve biz, bugünün bireyleri olarak, geçmişin sessiz kalmış seslerine nasıl alan açabiliriz?

Tarihi yeniden okumak, geçmişi yargılamak değil; geleceği daha adil kurmak için bir davettir.

---

Son Söz: Tarih, Hepimizin Ortak Hikâyesi

Türkiye tarihi, aslında bir “biz” hikâyesidir. Kadınların empatiyle, erkeklerin çözümle, farklı kimliklerin cesaretiyle yazılmıştır.

Hiçbir dönem, tek başına “gerçek” ya da “kusursuz” değildir; ama her dönem, eşitliğe giden yolda bir adımdır.

Bugün bizler, bu forumda bile farklı bakış açılarını bir araya getirebiliyorsak, bu tarihsel mirasın bir sonucudur.

O halde gelin, tarihi sadece “dönemlere” değil, değerlere göre de bölelim: Adalet, eşitlik, empati ve insanlık…

Çünkü bir toplumun tarihi, yalnızca kimlerin iktidarda olduğuyla değil, kimlerin kalbinde yer ettiğimizle ölçülür.

Ve belki de en büyük tarihsel devrim, birbirimizi anlamakla başlar.